Gençlik… Bir ülkenin en parlak zamanı, en umut dolu baharı. Ama bugün, gençlerin gözlerine baktığınızda ışık yerine bir boşluk , bahar yerine kış görüyorsunuz. O boşluk ve kış umutsuzluğun en derin hâli.
Her fırsatta “Gençler bizim geleceğimiz” deniliyor. Ama gerçeklere bakalım: Gelecek dedikleriniz, bugünde nefes alamıyorsa, yarın nasıl umut verecek?
Bir lise öğrencisini düşünün. Sabahın altısında uyanıyor, akşam geç saatlere kadar dershaneden çıkamıyor. Arkadaşlarıyla vakit geçirmesi, bir sporla uğraşması, hayal kurması bile “zaman kaybı” sayılıyor. Çünkü ona tek hedef gösteriliyor: sınav.
Defterinin kenarına yazmış:
“Hayal kurmaya korkuyorum, çünkü gerçekleşmeyecek.”
Bir üniversiteliye bakın. Kütüphanede sabahlıyor ama diplomasını aldığı gün bile aklındaki ilk soru şu: “İş bulabilecek miyim?” Bulsa bile, emeğinin karşılığı olacak mı?
”Gece yarısı pencereden dışarı bakıyor, yıldızlara değil karanlığa dalıyor. Gökyüzü bile ona uzak.
Bir başkası sessizce söylüyor:
“Burada bir gelecek göremiyorum; belki başka bir ülke…”
Gencecik bir insan, hayatının en üretken çağında, “acaba yurt dışına gitsem mi?” diye düşünüyorsa, bu sadece kişisel bir mesele değil; ülkenin kan kaybıdır.
Ve bir başka genç… Sosyal medyada var olmaya çalışıyor, ama orada da kıyas, baskı, linç… “Yeterince iyi değilim” duygusuyla büyüyor. Kendini ifade etmek istediğinde ise ya alay ediliyor ya da susturuluyor.
O sosyal medyanın acımasız dünyasında kendi değerini sorguluyor.
Beğenilmediğinde, takdir edilmediğinde ya da küçümsendiğinde, umutları biraz daha azalıyor.
İşte tablo bu: Gençlerimiz; sınav sistemlerinin deneme tahtası, işsizliğin gölgesinde bir istatistik, politikacıların nutuklarında süs cümlesi haline getirildi. Onların hayallerini, özgürlüğünü, enerjisini yok sayıp, sonra da “geleceğimiz onlara emanet” denildi ne yazık ki.
Gençlerimiz yalnız, öyle değil mi?
Ne yazık ki öyle.
Biz yetişkinler, onların bakışlarındaki yorgunluğu görmezden geliyoruz. “Geçer, gençlik böyledir” diyerek sessizliği onaylıyoruz. Ama geçmiyor. Umutsuzluk bir kez damarlarına işledi mi, kolay kolay çıkmıyor.
Onlar geleceğin taşıyıcısı, ülkenin en değerli hazinesi. Biz onları dinleyip anlamazsak, umutlarını söndürürsek, yarın elimizde yalnızca kırgın bir nesil kalacak.
Görmediğimiz, duymadığımız, anlamadığımız bir gençlik, bir gün bize sırtını dönecek ve o gün geldiğinde kaybeden sadece gençler değil, bu ülkenin yarınları olacaktır.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ahsen Yıldız
GENÇLİĞİMİZ (U)MUTSUZ
GENÇLİĞİMİZ (U)MUTSUZ
Gençlik… Bir ülkenin en parlak zamanı, en umut dolu baharı. Ama bugün, gençlerin gözlerine baktığınızda ışık yerine bir boşluk , bahar yerine kış görüyorsunuz. O boşluk ve kış umutsuzluğun en derin hâli.
Her fırsatta “Gençler bizim geleceğimiz” deniliyor. Ama gerçeklere bakalım: Gelecek dedikleriniz, bugünde nefes alamıyorsa, yarın nasıl umut verecek?
Bir lise öğrencisini düşünün. Sabahın altısında uyanıyor, akşam geç saatlere kadar dershaneden çıkamıyor. Arkadaşlarıyla vakit geçirmesi, bir sporla uğraşması, hayal kurması bile “zaman kaybı” sayılıyor. Çünkü ona tek hedef gösteriliyor: sınav.
Defterinin kenarına yazmış:
“Hayal kurmaya korkuyorum, çünkü gerçekleşmeyecek.”
Bir üniversiteliye bakın. Kütüphanede sabahlıyor ama diplomasını aldığı gün bile aklındaki ilk soru şu: “İş bulabilecek miyim?” Bulsa bile, emeğinin karşılığı olacak mı?
”Gece yarısı pencereden dışarı bakıyor, yıldızlara değil karanlığa dalıyor. Gökyüzü bile ona uzak.
Bir başkası sessizce söylüyor:
“Burada bir gelecek göremiyorum; belki başka bir ülke…”
Gencecik bir insan, hayatının en üretken çağında, “acaba yurt dışına gitsem mi?” diye düşünüyorsa, bu sadece kişisel bir mesele değil; ülkenin kan kaybıdır.
Ve bir başka genç… Sosyal medyada var olmaya çalışıyor, ama orada da kıyas, baskı, linç… “Yeterince iyi değilim” duygusuyla büyüyor. Kendini ifade etmek istediğinde ise ya alay ediliyor ya da susturuluyor.
O sosyal medyanın acımasız dünyasında kendi değerini sorguluyor.
Beğenilmediğinde, takdir edilmediğinde ya da küçümsendiğinde, umutları biraz daha azalıyor.
İşte tablo bu: Gençlerimiz; sınav sistemlerinin deneme tahtası, işsizliğin gölgesinde bir istatistik, politikacıların nutuklarında süs cümlesi haline getirildi. Onların hayallerini, özgürlüğünü, enerjisini yok sayıp, sonra da “geleceğimiz onlara emanet” denildi ne yazık ki.
Gençlerimiz yalnız, öyle değil mi?
Ne yazık ki öyle.
Biz yetişkinler, onların bakışlarındaki yorgunluğu görmezden geliyoruz. “Geçer, gençlik böyledir” diyerek sessizliği onaylıyoruz. Ama geçmiyor. Umutsuzluk bir kez damarlarına işledi mi, kolay kolay çıkmıyor.
Onlar geleceğin taşıyıcısı, ülkenin en değerli hazinesi. Biz onları dinleyip anlamazsak, umutlarını söndürürsek, yarın elimizde yalnızca kırgın bir nesil kalacak.
Görmediğimiz, duymadığımız, anlamadığımız bir gençlik, bir gün bize sırtını dönecek ve o gün geldiğinde kaybeden sadece gençler değil, bu ülkenin yarınları olacaktır.