İnancın zorbalığına, Aklın sakinliği deva olmuştur.
İlk tepkinizi duyar gibiyim, İnancın zorbalığına Aklın sakinliği ile
nasıl deva olunabilir diye! Ama nehrimizin suları o eski sular
değil, zaman hep vizyonu yeniliyor.
Yazılı tarih bize önemli bir miras bırakarak, akıllı bir
varlığın ama kil tablet ama kağıt üzerine yazarak, nasıl
yeryüzünde tutunabilme becerisini gösterdiğinin bitmeyen,
savrulan ama düştüğü yerden kalkarak, yaşama asılabilme
öyküsünü anlatır.
Sümerlerin, insanın oluşumunu anlatan mitolojisinde, Baş Tanrı
Enlil’e, diğer rütbesi düşük Tanrılar, üst makamdakilerin
çalışmayıp, yiyip içip eğlendiklerini ve kendilerinin ise yer
yüzünde angarya işlerde çalıştıklarını ve işi bırakacaklarını
söylerler (tarihin ilk grevi bu olmalı).Bunun üzerine Enlil, Enki ile
konuşup çalışsın, üretsin diye yeryüzüne bir varlık gönderir
(Adem’e göre daha yumuşak bir geliş)ve de bütün Tanrıların
eşli olduklarını göz önüne alarak bu erkek varlıktan Ninkurga
adı verilen (kaburgadan doğan)bir dişi varlık yaratırlar.(bu hoş
ama diğerini aşağılayıcı, hegemonyayı anlatan oksijeni az orta
doğunun hala yaşayan temel ritüelidir.) Bu mitte erkek yaratıcı
konumunda sahneye yerleşmiştir.
Sigmund Freud ünlü kitabı Musa ve Tek Tanrıcılıkta, şu
savı ileri sürer, en eski dönemlerden başlayarak insanlar
oluşturdukları küçük toplumlarda dahi, erkeği koruyucu
niteliğinden (özellikle kadının hamilelik döneminde) dolayı
BABA figürü ile Tanrılaştırmaya başlamışlardır.
Bir deyiş vardır bilirsiniz “ insan putunu yapar ve sonra ona
tapar”. Bu bir gerçek saptamadır. Bu süreci anlayabilmemiz için
insanı tanıyıp, olaylara nasıl yaklaştığına göz atmamız gerekir.
İnsan bir matematiksel paradigma, model ve proje elemanı
olarak, içinde bulunduğu zaman diliminde, var olduğu
ortama Akıl ve İnanç yapısı ile biçim verir.
İnsan iki yaratıcı güçten biri olan Aklıyla, becerileri, farklı olma
isteği, farkındalıkla fayda sağlama hırsı, çevresindekileri ikna
edebilme yeteneği, onları zor zamanlarında, teselli
bulabilecekleri üretme becerisi ile etkilemesi, doğa güçleri ve
doğanın işleyişinde karşısında zayıf düşenlere çözüm
gösterebilmesi ve de çekirdek aileyi koruyacak kurallarla
yaşanabilir düzenler kurabilmesi yanında, diğer gücü ise duygu
ve sezgileri ile inanç denilen soyut, ama ölçüsünde ise hoş ve
huzur veren, buna karşılık ucu açık olduğunda dehşet sonuçları
olabilen bir oyuncak sahibi yaptı.
Bilimsel veriler bize göstermiştir ki bu mucize varlık, en ilkel
koşularda da, Akıl yetisiyle, doğa olaylarını algılayıp
yorumlaması sonucu yaşamın üç temel koşulu olan beslenme,
barınma ve korunmanın sistemlerini kurabilmiştir.
İnsanın serüveni, bir anlamda, Akıl ve İnancın ya birlikte
ya da rakip olarak yaşamasının sonuçlarını gösterir.
Son iki yüzyıldır tartışılan bir soru var! İnsanlara, başlangıçta
ve uzun yüzyıllarca insan gelişimine destek olan katı ruhani
modeller artık fayda üretememekte olduğundan bunun yerine
bilimsel ve özgür düşüncenin öncelik alması gerekmez mi?
Örnek 5/6 bin yıllık yazılı tarihimizde nerede yanlış yaptık ki,
halen dahi toplumların en az yarısı Aklın ürünü bilimsel
bilgilerin özgür ortamında eğitilip yaşarken, diğer yarısı çok
eskilere dayanan inanç parametrelerinin cenderesi altında hem
yaşam tüketmekte hem de ölüm pazarı olmaktadır. Her gün
gördüğümüz bir örnek vereyim, benzer tarihsel kuşağın
insanları olan Türk Kadının düzeyi ile aynı dakikalarda Burkası
altında nefes almaya çalışan Afgan kadını düşünün. Birincisi
Akıl rotasyonu olan toplumsal evrimin gelişmişliği diğeri iktidar
yaratmış İnancın bozulmuş düzeyidir.
İnanç ağırlıklı yönetimlerle yürüyen tarihsel süreç, insanlar
düzen kurarken ki bilgi eksikliği ve de yaşayarak deneyler
edinmek gibi karmaşık ortamlarda müthiş bir çaresizlik içinde
oldukları durumlardan kaynaklandı. İnsanlar, Doğa olaylarının
açıklanamayan gücünün yarattığı korku, beslenme ve de
üremenin yaşamı sürekli kıldığının anlaşılması ile bir
tutunacak, sığınacak görünmez güç arayışına gitti ve pratik
insan aklı maddi semboller yaratarak ve de onlara manevi
güç yükleyerek (putlaştırma, ilahlaştırma) İnanç yetisini
kendisine referans, ön kabul koşulu ve davranışlarında
temel motif yaptı.
Hoş geldin İnanç
İnanç, insanın sezgileri aracılığıyla en ilkel davranış biçimini
oluşturdu. İlkel yaşamın temeli ile ilgili ünlü Psikiyatr Carl
Gustav Jung’un şu tanımını burada sizle paylaşmak isterim,
çünkü bu yapı taşları var olduğumuzdan günümüze kadar
bizimle gelmekte ve sürecektir. Jung derki kollektif
bilinçaltımızı oluşturan öğelerimiz vardır ve bunlara
“arketipler” deriz. Bu arketipler, kalıtsal eğilimler
doğrultusunda bireyin hayatına rehberlik ederler, ortak
bilinç dışının içinde yer alırlar, yoğun duygusal öğeler ve
enerjiler taşıyan evrensel düşünce biçimleridir.
Yüzyıllar içinde gelişen İnanç ritüelleri doğudan batıya
Zigguratlar, Piramitler, Akropolisler, Sinagoglar, Kiliseler
Camiler gibi Tapınaklar yapıp farklı tanımlamalarla tapınılan,
güç yüklenen soyut, görünmez varlıkların kurallarını din olarak
kitaplaştırdılar. Din, İnancın soyut yapısı ile önce somut
sembollerden güç alarak daha sonra buna yazılı kitaplar
desteği ile bütün toplumları disiplin altında tutacak mutlak
kabulü gerektiren, dokunulmaz, baskıcı ve seçeneksiz bir
yaşam biçimi oluşturdu.
Bir ironik durum olduğu görülüyor, güçten gelen korkuya
İnancın ritüeli ile çare arayan insan aynı anda da beslenmek ve
korunmak için bilgi üretmeye başlamıştır. Daha önce belirttiğim
gibi, Akıl ve İnanç ya beraber ya rakip olurlar.
Bu bize şu soruyu sorduruyor! Nerede yanlış yapıp 18/19 yy a
kadar Din formlarında aşkın tablolar yaratıp insanın asıl yaşam
destek ünitesi olan Bilim ve Felsefenin fişini hep din adamlarının
iktidar hırsına terk ettik!
İnsanlık 3/4 bin yıl önce Teoloji ile (tanrıbilim), ruhani
ağırlıklı soyut yapılanmalara daldı, kolayına da geldi ve asıl
üzerinde çalışması gereken Antropolojiye (insan
bilime)nerede ise önem vermedi.
Sezgilerin soyut ortamının sistemleştirdiği İnanç olayı, deneye
dayanan ampirik ve bilimsel ispatlara zaman harcamadan,
ondan faydalanmasına karşın, iktidarına rakip gördüğünden
insanın güncel yaşamına ilişkin çözümleri Tanrıbilimde buldu.
Sayısal azlığına karşın, çaresizliği besleyip yaşatarak ruhani
otorite ve algılara dayanan egemen gruplar olarak iktidarda
kalabilen bir model oluşturdu.
Bu model metaforik basit Sloganlarla yapılandırıldı. Her
davranışında Tanrı veya Tanrılara bağlı kalıp, gösterilen
yolda yaşam kurup, gerekiyorsa savaşıp sana öncü olan
Tanrının gölgesi, temsilcisi, halefi olan peygamberlere,
krallara, sultanlara, ruhban sınıfına mutlak itaat ve biat
edeceksin
Yüzyıllar böyle baskıcı ve tekil, seçeneksiz olduğunu belirten
İnanca dayalı yönetimlerle sürdü. Ama, Yaşam pratiğinin
talepleri örneğin beslenebilmek, ateş yakabilmek, tekerleği icat
edebilmek, alet üretebilmek, avlanmak, korunmak, toprağı
işlemek için alet yapmak, giyinebilmek için önce hayvan derisini
işlemek, sonra dokuma yaparak giysi üretmek, topraktaki çeşitli
taşlardan bronzdan altına farklı ortamlarda kullanabilecek
eşyalar üretmek ve de en önemlisi barınma amacı ile önce
ahşap sonra taştan evler yapmak, tarih yürüdükçe mimarlık ve
mühendislik eserleri ile donanmak, toplumsal yaşam geliştikçe
bilgiyi koruyabilmek için yazıyı üretip, gelişen bilgi birikimi ile
bilim felsefe ve sanat eserleri yaratmak, ruhban sınıfına
karşı bir akil adamlar topluluğu çıkarttı.
Hoş geldin AKIL,
Yukarda Akılın kaba çizgileri ile getirilerini anlattım. Yazımın
devamında İnancın yapısındaki çelişkileri ve tutarsızlıkları, Akıl
olgusunun İnancı nasıl sakinleştirdiğini, giderek nasıl çizgiler
arasına sokma gayretlerini anlatacağım.
Tarih bize bir Tanrı fotoromanı vermiştir. Yeri gelmişken, bu
mitolojik yapıyı çok geniş ve ciddi bir araştırmacı olan üstat
Joseph Campbell’in 70 yılını verdiği kitaplarında bulabilirsiniz
Aklın ürünü bilimsel bilgi, deneme ve yanılma ile düz
paradigmalarla yüzyıllardır gelişirken, İnancın, sezgi ve hayal
gücünün dogmalarına dayanan yapısı ile oluşan dinsel yapı,
zamanla oluşan aşırı iktidar hırsı ile suları kabarttığında, halk
çoğunluğunun yöneticilerden beklediği adalet ve çare üretme
konusundaki zafiyeti yanında, ceberrut davranarak bunu
bastırma yoluna gidince, İnancın bağladığı gözler aldatıldığını
görmeye başlıyor ve AÇIZ sesleri Tanrı düzenlerini keşmekeşe
itiyor.
Tarihsel örnekler, 1000 yıllık Jupiter dini, ezilenlerin gözlerini
açan yeni İnanç ritüeli Hristiyanlığın, af dileme kolaylığı
sağlayan, eşitlik vaad eden, düşkünleri koruyan, sevginin
herkesi kucaklamasını anlatan sözleri karşısında 100 yılda
çöktü. Yunan Roma inanç sistemi çok Tanrılı idi ama günlük
yaşamda Thales ve Pisagor matematiğinden, Sokrat Plato
Aristo Felsefesinden, Praksiteles sanatından, Thucydides,
Heredot tarihçiliğinden, Ksnephon, Aristophaes tiyatro
yazarlığından ve de Vitruvius gibi bir mimari deha ile Bilimsel,
Felsefi ve Sanat gibi seküler değerler yaşattı
Hristiyanlık kilise düzenini kurup Roma devleti çökünce, yüksek
bir taassup sonucu, Akıl ürünlerinden mimarlık ve mühendislik
dışında olan bütün seküler değerleri yok ederek, ruhani ağırlıklı,
salt ve katı bir İnanca dayalı baskıcı ve dinin başlangıçtaki
sevecenliğini yoran, küçülten bir düzen kurdu. Var olan bilgiler
ya yakıldı ya da gizlendi. Seküler Akıl, zaman zaman
kabarcıklar yapsa da hep şehit verdi. Ama yok olmadı, bu saklı
bilgilere ulaşanlar ışığı taşıdılar. Aklın sükuneti İnancın
kendisine yaşattığı zorbalığı 1500 yıllık sabrın sonunda
temelinden sarsmaya yeni AÇIZ seslerinin duyulduğu
ortamlarda göstermeye başladı.
İnancın iktidar rüzgarı yelkenleri artık dolduramıyor bunun
yerine Bilimin hem günlük yaşama, hem üretime getirdiği
kolaylıklar sonucu yeni halk tabakalarının(özellikle burjuvazinin)
seküler yönetim ve paylaşım düzenleri arayış ve çabaları
ruhban yönetimine alternatif sağladı. Bu ortama ders kitapları
Reform ve Rönesans dediler. İlginç olan bu 1500 yıllık süreçte
Skolastik öğrenim yani Kutsal kitapla sınırlı öğrenim vardır ama
Martin Lother ve John Calvin bu eğitimin insanları olmakla
beraber Akıl yetisi onları yanlışlıkları görmeye yöneltti. Bu
dönemde benzer eğitimden geçen İtalyan Dante, Petrarca
Hümanizma akımını başlattı, Boccacio ile akıl fırtınası başladı
ve de 1600 de yakılan Bruno Aklın ilk şehidi oldu.
Aziz okuyucum, bu alternatifin tarihsel akışını sizlere
26.07.2024 tarihli “İnsan dininin serüveni; Laiklik “başlıklı
detaylı olarak anlatmıştım.
Hristiyanlığın sevgi üzerine doğup giderek zorbalığa savrulan
düzenini, Bilimsel aydınlanmanın somut, hoşgörü ve paylaşımcı
istek ve uygulamaları ile ulaştığı yaşam kültürü karşısında
“İnancın Akla yol gösteren sistematiği yerine Aklın İnancı
saplandığı zeminden” kurtararak, sağlıklı bir düşünsel ortama
taşıdı. Bu, Laik yaşam biçiminin tarihsel bir boyut
kazanmasına neden oldu.
Hristiyanlığın bu serüvenin benzer evrelerinden İslamiyet de
geçti ama süreci tamamlayamadı.
İslamiyet, İbrahimi inanç sistemi diye sınıflandırılıp tanımlanan
Musevilik, Hristiyanlığın parametrelerinin esaslarını taşıyan ama
bunları oluştuğu zaman ve sosyal yapıya göre kitaplaştıran bir
inanç sistemi oluşturdu
MS 610 da Oku ile başlayan İslami inanç ritüeli, önemli
konularda “düşüneler için bunda” önermesini vererek akıl
yolunu ön safhaya aldı. Lakin yeni bir yaşam anlayışını oturtma,
yeni düzenler kurma çabası ve Fetih/Ganimet olgusu ile kısa
sürede aşırı bir zenginliğe ulaşan göçebe/bedevi toplum şiddetli
bir inanç ifade ayrımlarına ve iktidar hırslarına kapıldı. Kuran’ın
derlenip, toparlanıp birkaç kere yok edilip tekrar düzenlenmesi
aynen Tevrat ve İncil’in kaderini oluşturdu. Bir de bu duruma,
hadis adı altında Hz Muhammed’e ait olduğu belirtilen tartışmalı
sözler eklenince tam bir inanç karmaşası yaşandı. Akıl yürütme
ile çözüm yerine Nas kültü yanı ayetlerin olduğu gibi tartışmasız
kabulü parametreleri oluşmaya başladı.
MS 700 başların da Mutezile okulunda ki yorumları ile simge
olacak Vasıl bin Ata adlı İran veya Afgan kökenli bir
mevalinin(köle) her konuda temyiz (iyiyi kötüden, yanlışı
doğrudan ayırabilme)yeteneğinin insan AKLI ile olabileceğini
söylemesi İslam’ın altın çağı denen beş yüzyıllık ışığın kaynağı
oldu. Her ayetin Nas olarak kabul edilmeden önce Akıl yolu
ile değerlendirilmesi bir devrim oldu.
Bu ışık, orta Asya ve orta Doğuyu, kuzey Afrika’yı bilim yuvası
yaptı denebilir. Bu konuda Frederic Starr üstadın Kayıp
Aydınlanma” kitabını öneririm.
Bu dönemde İslam ortamındaki Akıl yolu, İnancın zorbalık
yöntemini yaşayan Hristiyan dünyasına karşılık bilim, felsefe ve
sanatın yeni oluşumları yarattı. Hatta bu dönemin en karizmatik
alimlerinden Farabi’nin bir yorumunun yazımın devamın da
bulunan sözleri 9.yüzyılın riskli ortamında yazıya geçirilme
hoşgörüsünü göstermektedir. Gerek Hristiyan gerek İslam
düşünürleri özellikle Tek Tanrı fikriyatında Yunanlı düşünür
Aristo’ya atıfta bulunurlar. Bu düşünürler için Aristo Muallim-i
Evvel yani ilk hoca Farabi ise Muallim-i Sanidir (yani ikinci
hoca).
Farabi der ki “bir kişinin şuuru yerinde iken hayal gücü
mükemmele ulaşmışsa o kişiye peygamberlik bahşedilmiş
denilebilir. Çünkü o birimlerin, şimdinin ve geleceğin farkındadır
ve ilahi şeyleri çarpıcı güzellik ve mükemmellik sembolleri ile
görünür kılar. Bu hayal gücünün ulaşabileceği en yüksek nokta
ve bu meziyete sahip bir kimsenin varabileceği en yüksek
seviyedir. Böylece peygamberlik akli terimlerle
anlaşılabilirdir ve akıl meziyetine yardımcıdır. Felsefe
muhtelif dinlerden daha yüksektedir ve her yerde aynı doğrulara
sahiptir. Oysa dini semboller bölgeden bölgeye değişiklik
gösteren ve kendi bölgesine ait olan peygamberlerin hayal gücü
ile ortaya çıkar.
Ne yazık ki bu süreç Gazali’nin Akıl yerine İnancın özü Sezgiyi
esas alıp bulunduğu ortamında etkisi ile bilime ve felsefeye
karşı çıkması,12 yüzyılın başında Aklın Doğu dünyasını terk
etmesine neden olmuştur.
Bakınız Gazali bilimle ilgili ne diyor?
Gazali, seçkinlere, yani bilimle ilgilenen insanlara yönelik
tutumunda da dünyalık ve deneysel bilgiye karşı durur. En
gerçek bilginin içsel aydınlanmayla, mistik deneyimle elde
edilen ve Tanrı’ya ulaştıran bilgi olduğunu söyler ve bu
dünyanın sanal olduğunu ima eder ve dünyalık bilgi için
çalışanları kınar. Artık bir Tasavvuf ehlidir.
Gazali Nizamiye medresesindeki hocalık görevinden ayrılır ve
böyle karizmatik ismin Tasavvufa yönelmesinin sonuçları olur,
(maddi üretime değer vermeyen, üstelik İslam’ın üretken ticari
mantığına da aykırı bu içe kapanıştır).12 yy İslam dünyasında ki
devletlerin yüksek rekabetleri, ticaret yollarının güvenliğini yok
edince üretimler durur, sosyal çalkantılar aşırı baskıcı ve düşük
toleranslı yönetimleri başa getirir. Cami çevresinin giderek artan
taassubu ile bilim ve felsefe ile uğraşanlar, kalem sahipleri
baskı altına alınır ve Akıl ürünleri İslam dünyasında ağırlık
kaybederken, buna bir de Moğol korkusu eklenince dünün
Pozitif bilim ve Hezarfen ustaları Gazali örneğini izleyerek
Tasavvuf dünyasına IQ lerini boşaltırlar. Mevlana, Kirmani,
Yesevi, Muhiddin Arabi, Nakşibendi, Hacı Bektaş Veli, Ahi
Evran, Yunus Emre gibi dâhiler toplumu yalnız bırakır ve bilimin
aydınlığını kendi Guşe i Uzletlerinde karanlığa gömerler.
Ama Tarih bazen Hızır misali rol oynar.Gazali’nin dondurttuğu
Akıl, benzer bir sancılı süreç sonunda 1500 yılını dolduran
İslam dünyasında bir ışıkla karşılaşır.
Atatürk’ümüz, 20. Yüz yılda Aristo, Farabi’den sonra bir
Üçüncü hoca olarak, bilimsel bir aydınlanma esası üzerine
Cumhuriyet düzenini kurarak, İslam dünyasını içine
düştüğü kör kuyudan çıkarabilecek bir örnek olacak
Türkiye cumhuriyetini kurar ve bu Akıl düzeyine tırmanan
bir merdiven sağlar. İslam dünyası da rekabetçi dünyaya
uyum sağlamak için İnancın mutlak doğrularından aklın esnek
yapısına geçmek durumundadır.
Buraya kadar İnanç ve Aklın oluşumunu ve tarih nehrindeki
seyrini anlattım. Son saptamalarımız günümüz gerçekleri ve
çözümlere gidiş yolu üzerine olacaktır.
Din yapılanmasının kaba hatları ile dünya üzerindeki sayısal
durum şudur.
Hristiyanlık % 30……2,5 milyar İslam % 25 2.0
Deist Ateist 1.6 Hindu % 16 1.6
Diğerleri % 13 0.5
Bu tablo çoğunlukla üzerinde düşünmediğimiz, fark
edemediğimiz hatta varlığını kabullenemediğimiz dünya
mahallesinde ki komşularımızın, hele ki bugünkü iletişim
olanakları sonucu dikkate alınması gerektiğini gösteriyor. Halen
ve maalesef oluşan çatışmaların genel çerçevedeki nedeni
ama dinsel ama kültürel inançlardan kaynaklanması ve
inancın yapılandırdığı acımasız ve şöven akılların da
bundan faydalanmasıdır.
Yukardaki nüfus tablosu beraberce güven içinde
yaşayabilmemizin zorunluluğunu gösteriyor. Çok acılar
yaşayarak bu güne gelen insanlık,10 Aralık 1948 te İnsan
hakları beyannamesi metni üzerinde çoğunlukla anlaştı ve
imzaladı.
Beyanname diyor ki “Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal
ya da başka türden kanaat, ulusal veya toplumsal köken,
mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi her hangi ayrım
gözetilmeksizin bu bildirgede belirtilen bütün hak ve
özgürlüklere sahiptir.
Özetle, İnanç bir insani değerdir, yok sayıp aklın kontrolü
dışına bırakamayız: Yaşadıklarımızı yeterli kabul edip,
farklılıklarımıza saygı ve doğa ve de onun bir parçası da olan
insana saygı ve sevgiden başka Akli çözüm yoktur.
M. Cenap Murtezaoğlu 06.08.2024
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Cenap Murtezaoğlu
İNANCIN ZORBALIĞINA,AKLIN SAKİNLİĞİ DEVA OLMUŞTUR
İnancın zorbalığına, Aklın sakinliği deva olmuştur.
İlk tepkinizi duyar gibiyim, İnancın zorbalığına Aklın sakinliği ile
nasıl deva olunabilir diye! Ama nehrimizin suları o eski sular
değil, zaman hep vizyonu yeniliyor.
Yazılı tarih bize önemli bir miras bırakarak, akıllı bir
varlığın ama kil tablet ama kağıt üzerine yazarak, nasıl
yeryüzünde tutunabilme becerisini gösterdiğinin bitmeyen,
savrulan ama düştüğü yerden kalkarak, yaşama asılabilme
öyküsünü anlatır.
Sümerlerin, insanın oluşumunu anlatan mitolojisinde, Baş Tanrı
Enlil’e, diğer rütbesi düşük Tanrılar, üst makamdakilerin
çalışmayıp, yiyip içip eğlendiklerini ve kendilerinin ise yer
yüzünde angarya işlerde çalıştıklarını ve işi bırakacaklarını
söylerler (tarihin ilk grevi bu olmalı).Bunun üzerine Enlil, Enki ile
konuşup çalışsın, üretsin diye yeryüzüne bir varlık gönderir
(Adem’e göre daha yumuşak bir geliş)ve de bütün Tanrıların
eşli olduklarını göz önüne alarak bu erkek varlıktan Ninkurga
adı verilen (kaburgadan doğan)bir dişi varlık yaratırlar.(bu hoş
ama diğerini aşağılayıcı, hegemonyayı anlatan oksijeni az orta
doğunun hala yaşayan temel ritüelidir.) Bu mitte erkek yaratıcı
konumunda sahneye yerleşmiştir.
Sigmund Freud ünlü kitabı Musa ve Tek Tanrıcılıkta, şu
savı ileri sürer, en eski dönemlerden başlayarak insanlar
oluşturdukları küçük toplumlarda dahi, erkeği koruyucu
niteliğinden (özellikle kadının hamilelik döneminde) dolayı
BABA figürü ile Tanrılaştırmaya başlamışlardır.
Bir deyiş vardır bilirsiniz “ insan putunu yapar ve sonra ona
tapar”. Bu bir gerçek saptamadır. Bu süreci anlayabilmemiz için
insanı tanıyıp, olaylara nasıl yaklaştığına göz atmamız gerekir.
İnsan bir matematiksel paradigma, model ve proje elemanı
olarak, içinde bulunduğu zaman diliminde, var olduğu
ortama Akıl ve İnanç yapısı ile biçim verir.
İnsan iki yaratıcı güçten biri olan Aklıyla, becerileri, farklı olma
isteği, farkındalıkla fayda sağlama hırsı, çevresindekileri ikna
edebilme yeteneği, onları zor zamanlarında, teselli
bulabilecekleri üretme becerisi ile etkilemesi, doğa güçleri ve
doğanın işleyişinde karşısında zayıf düşenlere çözüm
gösterebilmesi ve de çekirdek aileyi koruyacak kurallarla
yaşanabilir düzenler kurabilmesi yanında, diğer gücü ise duygu
ve sezgileri ile inanç denilen soyut, ama ölçüsünde ise hoş ve
huzur veren, buna karşılık ucu açık olduğunda dehşet sonuçları
olabilen bir oyuncak sahibi yaptı.
Bilimsel veriler bize göstermiştir ki bu mucize varlık, en ilkel
koşularda da, Akıl yetisiyle, doğa olaylarını algılayıp
yorumlaması sonucu yaşamın üç temel koşulu olan beslenme,
barınma ve korunmanın sistemlerini kurabilmiştir.
İnsanın serüveni, bir anlamda, Akıl ve İnancın ya birlikte
ya da rakip olarak yaşamasının sonuçlarını gösterir.
Son iki yüzyıldır tartışılan bir soru var! İnsanlara, başlangıçta
ve uzun yüzyıllarca insan gelişimine destek olan katı ruhani
modeller artık fayda üretememekte olduğundan bunun yerine
bilimsel ve özgür düşüncenin öncelik alması gerekmez mi?
Örnek 5/6 bin yıllık yazılı tarihimizde nerede yanlış yaptık ki,
halen dahi toplumların en az yarısı Aklın ürünü bilimsel
bilgilerin özgür ortamında eğitilip yaşarken, diğer yarısı çok
eskilere dayanan inanç parametrelerinin cenderesi altında hem
yaşam tüketmekte hem de ölüm pazarı olmaktadır. Her gün
gördüğümüz bir örnek vereyim, benzer tarihsel kuşağın
insanları olan Türk Kadının düzeyi ile aynı dakikalarda Burkası
altında nefes almaya çalışan Afgan kadını düşünün. Birincisi
Akıl rotasyonu olan toplumsal evrimin gelişmişliği diğeri iktidar
yaratmış İnancın bozulmuş düzeyidir.
İnanç ağırlıklı yönetimlerle yürüyen tarihsel süreç, insanlar
düzen kurarken ki bilgi eksikliği ve de yaşayarak deneyler
edinmek gibi karmaşık ortamlarda müthiş bir çaresizlik içinde
oldukları durumlardan kaynaklandı. İnsanlar, Doğa olaylarının
açıklanamayan gücünün yarattığı korku, beslenme ve de
üremenin yaşamı sürekli kıldığının anlaşılması ile bir
tutunacak, sığınacak görünmez güç arayışına gitti ve pratik
insan aklı maddi semboller yaratarak ve de onlara manevi
güç yükleyerek (putlaştırma, ilahlaştırma) İnanç yetisini
kendisine referans, ön kabul koşulu ve davranışlarında
temel motif yaptı.
Hoş geldin İnanç
İnanç, insanın sezgileri aracılığıyla en ilkel davranış biçimini
oluşturdu. İlkel yaşamın temeli ile ilgili ünlü Psikiyatr Carl
Gustav Jung’un şu tanımını burada sizle paylaşmak isterim,
çünkü bu yapı taşları var olduğumuzdan günümüze kadar
bizimle gelmekte ve sürecektir. Jung derki kollektif
bilinçaltımızı oluşturan öğelerimiz vardır ve bunlara
“arketipler” deriz. Bu arketipler, kalıtsal eğilimler
doğrultusunda bireyin hayatına rehberlik ederler, ortak
bilinç dışının içinde yer alırlar, yoğun duygusal öğeler ve
enerjiler taşıyan evrensel düşünce biçimleridir.
Yüzyıllar içinde gelişen İnanç ritüelleri doğudan batıya
Zigguratlar, Piramitler, Akropolisler, Sinagoglar, Kiliseler
Camiler gibi Tapınaklar yapıp farklı tanımlamalarla tapınılan,
güç yüklenen soyut, görünmez varlıkların kurallarını din olarak
kitaplaştırdılar. Din, İnancın soyut yapısı ile önce somut
sembollerden güç alarak daha sonra buna yazılı kitaplar
desteği ile bütün toplumları disiplin altında tutacak mutlak
kabulü gerektiren, dokunulmaz, baskıcı ve seçeneksiz bir
yaşam biçimi oluşturdu.
Bir ironik durum olduğu görülüyor, güçten gelen korkuya
İnancın ritüeli ile çare arayan insan aynı anda da beslenmek ve
korunmak için bilgi üretmeye başlamıştır. Daha önce belirttiğim
gibi, Akıl ve İnanç ya beraber ya rakip olurlar.
Bu bize şu soruyu sorduruyor! Nerede yanlış yapıp 18/19 yy a
kadar Din formlarında aşkın tablolar yaratıp insanın asıl yaşam
destek ünitesi olan Bilim ve Felsefenin fişini hep din adamlarının
iktidar hırsına terk ettik!
İnsanlık 3/4 bin yıl önce Teoloji ile (tanrıbilim), ruhani
ağırlıklı soyut yapılanmalara daldı, kolayına da geldi ve asıl
üzerinde çalışması gereken Antropolojiye (insan
bilime)nerede ise önem vermedi.
Sezgilerin soyut ortamının sistemleştirdiği İnanç olayı, deneye
dayanan ampirik ve bilimsel ispatlara zaman harcamadan,
ondan faydalanmasına karşın, iktidarına rakip gördüğünden
insanın güncel yaşamına ilişkin çözümleri Tanrıbilimde buldu.
Sayısal azlığına karşın, çaresizliği besleyip yaşatarak ruhani
otorite ve algılara dayanan egemen gruplar olarak iktidarda
kalabilen bir model oluşturdu.
Bu model metaforik basit Sloganlarla yapılandırıldı. Her
davranışında Tanrı veya Tanrılara bağlı kalıp, gösterilen
yolda yaşam kurup, gerekiyorsa savaşıp sana öncü olan
Tanrının gölgesi, temsilcisi, halefi olan peygamberlere,
krallara, sultanlara, ruhban sınıfına mutlak itaat ve biat
edeceksin
Yüzyıllar böyle baskıcı ve tekil, seçeneksiz olduğunu belirten
İnanca dayalı yönetimlerle sürdü. Ama, Yaşam pratiğinin
talepleri örneğin beslenebilmek, ateş yakabilmek, tekerleği icat
edebilmek, alet üretebilmek, avlanmak, korunmak, toprağı
işlemek için alet yapmak, giyinebilmek için önce hayvan derisini
işlemek, sonra dokuma yaparak giysi üretmek, topraktaki çeşitli
taşlardan bronzdan altına farklı ortamlarda kullanabilecek
eşyalar üretmek ve de en önemlisi barınma amacı ile önce
ahşap sonra taştan evler yapmak, tarih yürüdükçe mimarlık ve
mühendislik eserleri ile donanmak, toplumsal yaşam geliştikçe
bilgiyi koruyabilmek için yazıyı üretip, gelişen bilgi birikimi ile
bilim felsefe ve sanat eserleri yaratmak, ruhban sınıfına
karşı bir akil adamlar topluluğu çıkarttı.
Hoş geldin AKIL,
Yukarda Akılın kaba çizgileri ile getirilerini anlattım. Yazımın
devamında İnancın yapısındaki çelişkileri ve tutarsızlıkları, Akıl
olgusunun İnancı nasıl sakinleştirdiğini, giderek nasıl çizgiler
arasına sokma gayretlerini anlatacağım.
Tarih bize bir Tanrı fotoromanı vermiştir. Yeri gelmişken, bu
mitolojik yapıyı çok geniş ve ciddi bir araştırmacı olan üstat
Joseph Campbell’in 70 yılını verdiği kitaplarında bulabilirsiniz
Aklın ürünü bilimsel bilgi, deneme ve yanılma ile düz
paradigmalarla yüzyıllardır gelişirken, İnancın, sezgi ve hayal
gücünün dogmalarına dayanan yapısı ile oluşan dinsel yapı,
zamanla oluşan aşırı iktidar hırsı ile suları kabarttığında, halk
çoğunluğunun yöneticilerden beklediği adalet ve çare üretme
konusundaki zafiyeti yanında, ceberrut davranarak bunu
bastırma yoluna gidince, İnancın bağladığı gözler aldatıldığını
görmeye başlıyor ve AÇIZ sesleri Tanrı düzenlerini keşmekeşe
itiyor.
Tarihsel örnekler, 1000 yıllık Jupiter dini, ezilenlerin gözlerini
açan yeni İnanç ritüeli Hristiyanlığın, af dileme kolaylığı
sağlayan, eşitlik vaad eden, düşkünleri koruyan, sevginin
herkesi kucaklamasını anlatan sözleri karşısında 100 yılda
çöktü. Yunan Roma inanç sistemi çok Tanrılı idi ama günlük
yaşamda Thales ve Pisagor matematiğinden, Sokrat Plato
Aristo Felsefesinden, Praksiteles sanatından, Thucydides,
Heredot tarihçiliğinden, Ksnephon, Aristophaes tiyatro
yazarlığından ve de Vitruvius gibi bir mimari deha ile Bilimsel,
Felsefi ve Sanat gibi seküler değerler yaşattı
Hristiyanlık kilise düzenini kurup Roma devleti çökünce, yüksek
bir taassup sonucu, Akıl ürünlerinden mimarlık ve mühendislik
dışında olan bütün seküler değerleri yok ederek, ruhani ağırlıklı,
salt ve katı bir İnanca dayalı baskıcı ve dinin başlangıçtaki
sevecenliğini yoran, küçülten bir düzen kurdu. Var olan bilgiler
ya yakıldı ya da gizlendi. Seküler Akıl, zaman zaman
kabarcıklar yapsa da hep şehit verdi. Ama yok olmadı, bu saklı
bilgilere ulaşanlar ışığı taşıdılar. Aklın sükuneti İnancın
kendisine yaşattığı zorbalığı 1500 yıllık sabrın sonunda
temelinden sarsmaya yeni AÇIZ seslerinin duyulduğu
ortamlarda göstermeye başladı.
İnancın iktidar rüzgarı yelkenleri artık dolduramıyor bunun
yerine Bilimin hem günlük yaşama, hem üretime getirdiği
kolaylıklar sonucu yeni halk tabakalarının(özellikle burjuvazinin)
seküler yönetim ve paylaşım düzenleri arayış ve çabaları
ruhban yönetimine alternatif sağladı. Bu ortama ders kitapları
Reform ve Rönesans dediler. İlginç olan bu 1500 yıllık süreçte
Skolastik öğrenim yani Kutsal kitapla sınırlı öğrenim vardır ama
Martin Lother ve John Calvin bu eğitimin insanları olmakla
beraber Akıl yetisi onları yanlışlıkları görmeye yöneltti. Bu
dönemde benzer eğitimden geçen İtalyan Dante, Petrarca
Hümanizma akımını başlattı, Boccacio ile akıl fırtınası başladı
ve de 1600 de yakılan Bruno Aklın ilk şehidi oldu.
Aziz okuyucum, bu alternatifin tarihsel akışını sizlere
26.07.2024 tarihli “İnsan dininin serüveni; Laiklik “başlıklı
detaylı olarak anlatmıştım.
Hristiyanlığın sevgi üzerine doğup giderek zorbalığa savrulan
düzenini, Bilimsel aydınlanmanın somut, hoşgörü ve paylaşımcı
istek ve uygulamaları ile ulaştığı yaşam kültürü karşısında
“İnancın Akla yol gösteren sistematiği yerine Aklın İnancı
saplandığı zeminden” kurtararak, sağlıklı bir düşünsel ortama
taşıdı. Bu, Laik yaşam biçiminin tarihsel bir boyut
kazanmasına neden oldu.
Hristiyanlığın bu serüvenin benzer evrelerinden İslamiyet de
geçti ama süreci tamamlayamadı.
İslamiyet, İbrahimi inanç sistemi diye sınıflandırılıp tanımlanan
Musevilik, Hristiyanlığın parametrelerinin esaslarını taşıyan ama
bunları oluştuğu zaman ve sosyal yapıya göre kitaplaştıran bir
inanç sistemi oluşturdu
MS 610 da Oku ile başlayan İslami inanç ritüeli, önemli
konularda “düşüneler için bunda” önermesini vererek akıl
yolunu ön safhaya aldı. Lakin yeni bir yaşam anlayışını oturtma,
yeni düzenler kurma çabası ve Fetih/Ganimet olgusu ile kısa
sürede aşırı bir zenginliğe ulaşan göçebe/bedevi toplum şiddetli
bir inanç ifade ayrımlarına ve iktidar hırslarına kapıldı. Kuran’ın
derlenip, toparlanıp birkaç kere yok edilip tekrar düzenlenmesi
aynen Tevrat ve İncil’in kaderini oluşturdu. Bir de bu duruma,
hadis adı altında Hz Muhammed’e ait olduğu belirtilen tartışmalı
sözler eklenince tam bir inanç karmaşası yaşandı. Akıl yürütme
ile çözüm yerine Nas kültü yanı ayetlerin olduğu gibi tartışmasız
kabulü parametreleri oluşmaya başladı.
MS 700 başların da Mutezile okulunda ki yorumları ile simge
olacak Vasıl bin Ata adlı İran veya Afgan kökenli bir
mevalinin(köle) her konuda temyiz (iyiyi kötüden, yanlışı
doğrudan ayırabilme)yeteneğinin insan AKLI ile olabileceğini
söylemesi İslam’ın altın çağı denen beş yüzyıllık ışığın kaynağı
oldu. Her ayetin Nas olarak kabul edilmeden önce Akıl yolu
ile değerlendirilmesi bir devrim oldu.
Bu ışık, orta Asya ve orta Doğuyu, kuzey Afrika’yı bilim yuvası
yaptı denebilir. Bu konuda Frederic Starr üstadın Kayıp
Aydınlanma” kitabını öneririm.
Bu dönemde İslam ortamındaki Akıl yolu, İnancın zorbalık
yöntemini yaşayan Hristiyan dünyasına karşılık bilim, felsefe ve
sanatın yeni oluşumları yarattı. Hatta bu dönemin en karizmatik
alimlerinden Farabi’nin bir yorumunun yazımın devamın da
bulunan sözleri 9.yüzyılın riskli ortamında yazıya geçirilme
hoşgörüsünü göstermektedir. Gerek Hristiyan gerek İslam
düşünürleri özellikle Tek Tanrı fikriyatında Yunanlı düşünür
Aristo’ya atıfta bulunurlar. Bu düşünürler için Aristo Muallim-i
Evvel yani ilk hoca Farabi ise Muallim-i Sanidir (yani ikinci
hoca).
Farabi der ki “bir kişinin şuuru yerinde iken hayal gücü
mükemmele ulaşmışsa o kişiye peygamberlik bahşedilmiş
denilebilir. Çünkü o birimlerin, şimdinin ve geleceğin farkındadır
ve ilahi şeyleri çarpıcı güzellik ve mükemmellik sembolleri ile
görünür kılar. Bu hayal gücünün ulaşabileceği en yüksek nokta
ve bu meziyete sahip bir kimsenin varabileceği en yüksek
seviyedir. Böylece peygamberlik akli terimlerle
anlaşılabilirdir ve akıl meziyetine yardımcıdır. Felsefe
muhtelif dinlerden daha yüksektedir ve her yerde aynı doğrulara
sahiptir. Oysa dini semboller bölgeden bölgeye değişiklik
gösteren ve kendi bölgesine ait olan peygamberlerin hayal gücü
ile ortaya çıkar.
Ne yazık ki bu süreç Gazali’nin Akıl yerine İnancın özü Sezgiyi
esas alıp bulunduğu ortamında etkisi ile bilime ve felsefeye
karşı çıkması,12 yüzyılın başında Aklın Doğu dünyasını terk
etmesine neden olmuştur.
Bakınız Gazali bilimle ilgili ne diyor?
Gazali, seçkinlere, yani bilimle ilgilenen insanlara yönelik
tutumunda da dünyalık ve deneysel bilgiye karşı durur. En
gerçek bilginin içsel aydınlanmayla, mistik deneyimle elde
edilen ve Tanrı’ya ulaştıran bilgi olduğunu söyler ve bu
dünyanın sanal olduğunu ima eder ve dünyalık bilgi için
çalışanları kınar. Artık bir Tasavvuf ehlidir.
Gazali Nizamiye medresesindeki hocalık görevinden ayrılır ve
böyle karizmatik ismin Tasavvufa yönelmesinin sonuçları olur,
(maddi üretime değer vermeyen, üstelik İslam’ın üretken ticari
mantığına da aykırı bu içe kapanıştır).12 yy İslam dünyasında ki
devletlerin yüksek rekabetleri, ticaret yollarının güvenliğini yok
edince üretimler durur, sosyal çalkantılar aşırı baskıcı ve düşük
toleranslı yönetimleri başa getirir. Cami çevresinin giderek artan
taassubu ile bilim ve felsefe ile uğraşanlar, kalem sahipleri
baskı altına alınır ve Akıl ürünleri İslam dünyasında ağırlık
kaybederken, buna bir de Moğol korkusu eklenince dünün
Pozitif bilim ve Hezarfen ustaları Gazali örneğini izleyerek
Tasavvuf dünyasına IQ lerini boşaltırlar. Mevlana, Kirmani,
Yesevi, Muhiddin Arabi, Nakşibendi, Hacı Bektaş Veli, Ahi
Evran, Yunus Emre gibi dâhiler toplumu yalnız bırakır ve bilimin
aydınlığını kendi Guşe i Uzletlerinde karanlığa gömerler.
Ama Tarih bazen Hızır misali rol oynar.Gazali’nin dondurttuğu
Akıl, benzer bir sancılı süreç sonunda 1500 yılını dolduran
İslam dünyasında bir ışıkla karşılaşır.
Atatürk’ümüz, 20. Yüz yılda Aristo, Farabi’den sonra bir
Üçüncü hoca olarak, bilimsel bir aydınlanma esası üzerine
Cumhuriyet düzenini kurarak, İslam dünyasını içine
düştüğü kör kuyudan çıkarabilecek bir örnek olacak
Türkiye cumhuriyetini kurar ve bu Akıl düzeyine tırmanan
bir merdiven sağlar. İslam dünyası da rekabetçi dünyaya
uyum sağlamak için İnancın mutlak doğrularından aklın esnek
yapısına geçmek durumundadır.
Buraya kadar İnanç ve Aklın oluşumunu ve tarih nehrindeki
seyrini anlattım. Son saptamalarımız günümüz gerçekleri ve
çözümlere gidiş yolu üzerine olacaktır.
Din yapılanmasının kaba hatları ile dünya üzerindeki sayısal
durum şudur.
Hristiyanlık % 30……2,5 milyar İslam % 25 2.0
Deist Ateist 1.6 Hindu % 16 1.6
Diğerleri % 13 0.5
Bu tablo çoğunlukla üzerinde düşünmediğimiz, fark
edemediğimiz hatta varlığını kabullenemediğimiz dünya
mahallesinde ki komşularımızın, hele ki bugünkü iletişim
olanakları sonucu dikkate alınması gerektiğini gösteriyor. Halen
ve maalesef oluşan çatışmaların genel çerçevedeki nedeni
ama dinsel ama kültürel inançlardan kaynaklanması ve
inancın yapılandırdığı acımasız ve şöven akılların da
bundan faydalanmasıdır.
Yukardaki nüfus tablosu beraberce güven içinde
yaşayabilmemizin zorunluluğunu gösteriyor. Çok acılar
yaşayarak bu güne gelen insanlık,10 Aralık 1948 te İnsan
hakları beyannamesi metni üzerinde çoğunlukla anlaştı ve
imzaladı.
Beyanname diyor ki “Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal
ya da başka türden kanaat, ulusal veya toplumsal köken,
mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi her hangi ayrım
gözetilmeksizin bu bildirgede belirtilen bütün hak ve
özgürlüklere sahiptir.
Özetle, İnanç bir insani değerdir, yok sayıp aklın kontrolü
dışına bırakamayız: Yaşadıklarımızı yeterli kabul edip,
farklılıklarımıza saygı ve doğa ve de onun bir parçası da olan
insana saygı ve sevgiden başka Akli çözüm yoktur.
M. Cenap Murtezaoğlu 06.08.2024