Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

İNSAN DİNİNİN SERÜVENİ ; LAİKLİK

Yazının Giriş Tarihi: 28.07.2024 01:40
Yazının Güncellenme Tarihi: 28.07.2024 01:40

İnsan dininin serüveni; LAİKLİK

Antropologlar, varoluşumuzu iki sürecin ana başlığı ile tarih
sahnesinde gözüktüğünü belirtir. Avcı insan ve Toprak insanı.
Avcı insan, bireysel yaşam koşullarını genelde bağımsız bir
yöntemle sürdürdü. Fakat zamanla, beslenme zorunlulukları
toprağa bağlı yaşam biçimini ve yeni karmaşık ve çok yönlü
ilişkilere yöneltti. Tarımsal Üretim, hem beslenme hem de
barınma ve korunma düzenlerine yol açtı. Neyi nasıl yapmak
akıllı Homo Sapiens’in genetik kodlarında vardı. Bu, alet
yapmak ve kullanmak maddesel becerisi, bilinmeyen güçlere de
sevgi ve saygıyı da beraberinde getirdi. İnsan yönetimi
çeşitlendikçe yöntenler diye bir amirlik olgusu kabul gördü..
Ama yaşanarak fark edilen en önemli sıfat, sürdürebilirliği
sağlayanın SEVGİ ve ADALET’in olduğu akıllara yerleşerek
hep canlı kalmasıdır..

Tarihin durmayan akıntısı kentsel modellere ve devamında
devlet düzenini oluşturunca, bu temel parametreler yanında,
yeni gelişmiş anlayışlar oluşmaya başladı.
İlk kurallı kent yönetimleri Sümer ortamında gözüktü ama bunu
yeni terminolojileri ile Yunan kent devletleri kurumsallaştırdı.
Yunan kent devletleri zenginleştikçe siyasal oluşumlar tiranlık,
oligarşi, diktatörlük, demokrasi adları ile kendi hukuklarını da
yaratarak, ilk meclis ve temsil olanaklarını tarihe tanıttılar. Bu
siyasal yapıların hukuk düzeni aile ,borç, ceza, seçim, miras,
ticari ilişkiler, insan haklarını kapsayarak zamanla olgunlaştı.
Daha sonra Roma hukuku Codex’ler olarak yazılı hukuka geçti
ve günümüz hukukunun özünü yarattı.


En küçük toplumdan en çaplı kent veya devlete kadar
değişmeyen iki özne vardır sivil yaşam ve dinsel yaşam
.İncelediğim mitolojik tarihin öğelerinde ve de güncel yaşamın
olguları, insanların, eserlerinde sivil yaşamın sürekliliği için mavi
mürekkep kullanıp yazarken, dinsel yaşam ise anekdot’larını
kılıçtan damlayan kanla yazmıştır.
Mavi ve kırmızın mücadelesi yıkımlarla sonuçlandıkça
toplumlar uzun vadeli, güvenli, sürdürülebilir ve de üretken bir
günlük yaşam için tarafların saygı duyacakları bir hukuk
düzenine gereksinme duyduklarını gözlemlediler.
Yönetim erkinin nimetlerinden faydalanan azınlıkların, her türlü
Makyavelist yöntemleri kullanarak iktidarı sürdürmek istemeleri
gerçekçi ama sürdürülebilir değildir. Aşırı savunma gücü
gerektiren sivil veya dinsel despotizm, yoksulluğun birinci
derecede ve doğal afetlerden de önemli nedenidir.
Süreci gözlemek için buyrun tarih nehrimizde beraberce kürek
çekelim. Daha önceki bir yazımda (İkna ve Pazu gücü
25.04.2024) Kent yaşamının, Demokrasi ve Tiranlık sürecini
Yunan modeli ile detaylı vermiştim, burada tekrara sapmadan
bir ayrıcalıklı ışığın oluşum ve tarihsel akışını sizlerle paylaşmak
istiyorum.
MÖ.8/7 yy da özellikle Atina’da başlayan demokrasi hareketi
hem tiranlığa karşı insanlığa bir medeniyet merdiveni oluşturdu
hem de yazımın girişinde özellikle vurguladığım “sivil yaşam,
dinsel yaşam sözüne bir denge öğesi sağladı.
Bu öğe LAİK sözü idi. Eski Yunanda, Laikos terimi ile “din
adamı olmayan kimse, din adamı dışında kalan halk “tanımı
yaparak aslında kendi yaşam erkine aynen demokrasi gibi yeni
bir merdiveni çatıyordu. Bu terim Roma hukukunda din
yapılanması için “Clerici,”din dışı yapılanma için “Laici” olarak
tanımlanmıştır.


Din olgusunun çok Tanrılı veya Tek Tanrılı oluşumları
yalnızca renk, biçim, içerik, iman, ibadet anlayışları farkı
gösterirler.
Hepsinin ortak kabulü “Clerici” yani bir sezgisel erke
dayanarak, BİAT kültü yaratmak ve seçeneksiz bir yaşam için
kendi şeriatını oluşturmaktır. İlginçtir Sümer, Pers, Yunan,
Roma tapınak oluşumları Kudüs, Vatikan, Mekke özde aynı
sözde farklılık gösterir.
İnsanlık bazen sussa da, yine ANA Tanrıçadan miras SEVGİ
ve ADALET’ i hep özünde korudu, berkitti çoğalttı ve ona
dayanarak, onun özlemi ile yüzyıllarca Aklın Mavi Mürekkebi ile
yol yürüdü.

Yunan kent devletleri, MÖ 5/4 yüzyıllardan, Büyük İskender’in
insanlığın yolunu karıştıran emperyal oluşumuna kadar tarihe
ışık tutacak devlet adamlarını, tarih, tiyatro, destan yazarlarını
bize bıraktı. Roma Cumhuriyeti beş yüzyıllık Cumhuriyet
erdeminden bu Yunan kültürü ile ilerledi ama Kılıç mürekkebi
devirince yeni bir acımasız model dünyaya sunuldu; Tanrısal
Yöneticiler.
Yüzyıllarca insanlar, Papalar, Halifeler, Imparatorlar, Krallar,
Çarlar adı altında Tanrısallık metaforu ile aslında KILIÇ
paranoyası ile bekleme odasına tutuldular.
Dünyaya 4 yy da hükmeden PAXA ROMANA, Hristiyanlık
tarafından içerden çürüten, sözde masum ama amaçta
emperiyal yayılımı ile antikçağın bütün değerleri her yönü ile
çöküntüye uğradı. Batı toplumları yönetsel bir boşluğa
düştüler.13 yya kadar 1000 yıl sürecek bu çürüme, iç Asya
,Mezopotamya ve orta doğuda oluşan yeni güçlerle Türk ,Arap
Farisi Hint ve İslam yapılanması ile yeni bir boyut kazandı.


Hristiyanlığın bazı mezheplerinin Aryan, Nasturi, Süryaniler
aracılığı ile eski Yunan’ın filozofları Aristo ve Platon ve de
zamanla Philon, PLotinos’un kitapları, Çin sınırından Endülüse
kadar yeni bir anlayışı, yorumu Farabi,İbn Sina, Harezmi, Razi,
İbn Rüşd ile közlenen ateşi yavaşça canlandırmaya başladı.
Artık 1000 yıldır Kilise, Manastır mahzenlerinde saklanan
Aristo, Platon’un Yunan demokrasi dünyasının bilgileri,
öngörüleri ve pratikleri gerek Hristiyan aydınların ziyareti
gerekse haçlı seferlerinin olanakları ile batıda yeniden doğuşa
yol açtı.

Bu tarihsel süreç milli devlet oluşum ve yapılanması, insan
hakları, kamu ve özel hukuk, aile hukuku, yasama, yargılama ve
yönetim erkinin kullanımlarının çoraklaşmış topraklarda
çiçeklerin açmasına neden oldu.
Bu oluşumlarla ilgili Asya, Ortadoğu ve Afrika toplumlarının
tarihsel referans alabilecekleri entelektüel bir alt yapı, geçmişleri
olmadığından MS 800 lerden Ms 1200 süren dört asır sürdü
ama mum gibi dibine ışık veremedi. Batıya Platonun mağara
modeli gibi gölgelerle ilham verdi.
Evet aziz okuyucu, insan beklenmeyeni yapma becerisi ve de
ilhamını bilgi birikimi ile destekleyerek çözüm yaratan bir güç.
Şimdi nehir teknemizi, yüzyıllardır tarihin dakika dakika
yazıldığı koca ASYA AVRUPA dan çıkarıp Britanya adasında
Londra’ya yanaştıralım.
Jules Sezar’ın Galya seferi kitabından, MÖ 40’lı yıllarda
Britanya adasını fethettiğini, ada sakinlerinin bataklık ortamında
yarı çıplak ve bedenlerinde mavi beyaz boyaları ile gelişmemiş
insanlar olduklarını öğrenebilirler.


Bu insanlar Roma medeniyetinde yaşayarak, her yönü ile
toplumsal ilerlemeler sağlayarak tarihin insanlık için en önemli
işini başardılar.
Tanrısal gölge formatından sıkılan ve hak arayışına giren
Aristokratlar İngiltere kralı Yurtsuz John’la MS 1215 te
Magna Carta’yı imzaladılar.Bu sözleşme, vergi, görev, ceza
gibi durumlarda keyfi tutumla karar alınamayacağını tarihe
kayıt düştü.
Asıl tarihsel viraj, Tanrısal erkin, insan erki ile ilk defa
eşitlenmiş olmasıdır.
Yazımızın devamında bu sözleşmenin nasıl kartopu etkisi
yaparak Clerici (dinsel)ve Laici (seküler) kavgasında yer
bulacağını göreceğiz.
İngiliz toplumu ,Magna Carta’dan gelen örnekle 13 yy’dan 17
yy’a kadar öz bütçe yönetimi olan parlamentoda feodal yapı ile
kral arasında artan güçleri dengeleme mücadelesi verdi.
Giderek, bu feodal meclis yapısına, esnaf, din adamları, çiftçiler,
tüccarlar da katıldı.
1640 yıllara gelindiğinde kral 1.Charles, bu kısmen liberal ve
demokratik kazanımları yok etme politikalarına yönelince
General Cromwell taraftarlarının mücadelesi sonucu
yenildi,1649 da kafası kesildi ve İngiltere Cumhuriyete döndü.
Fakat Cromwell’in her konuda din ağırlıklı yorumlarla yönetme
zorlamaları, kendilerine Tesviyeciler adını veren John Lilburne,
Richard Overton, William Walwyn, Thomas Prince’ın kurduğu
grup ve taraftarları arasında mücadele başladı


Yayınladıkları bildiri yeni bir ışığın parlaması oldu .”İnsan hak
ve özgürlüklerine saygı gösterilmesi ve korunması, halkın
egemenliği, yaygın oy hakkı, kanun önünde eşitlik, dinsel
hoşgörü, özel mülkiyetin korunması, kilise devlet bağının
koparılması, halkın ve parlamentonun teşkili, parlamento
seçiminin düzenlenmesi, iktidarın güç ve yetkilerinin
sınırlandırılması” gibi bugün dahi ülkelerin çoğunda
ulaşılamayan kavramları siyasete getirdiler. Buna karşılık, 17 yy
da ki dünyanın haritasını incelerseniz, bu siyasal ve hukuki
kavramların hemen hiç birinin mutlakıyetle yönetilen yerlerde
olmadığını göreceksiniz .Bu insanlık adına çok acı bir
durumdur.

İngiltere siyasal yaşamı, bu aydınların girişimleri ve yeni politik
ve hukuki kavramlarla parlamenter düzende giderek ilerlemeye
başladı. Yeniden krallığa dönüldü ama demokrasi, insan
hakları, kilise devlet ayrımı mesafe aldı ve 1688 de Şanlı
Devrim denilen süreçte kral 2.James tahttan indirilir ve Hollanda
valisi 3.William d’Orange kral olur ve İngiltere’de meşrutiyet
başlar.
Thomas Hobbes, John Locke gibi aydınların etkilediği bu Şanlı
Devrim özünde “Aklı” önceleyen, tutkulara, tecrübeye,
merhamete sempatiye ve empatiye dayana bir “Ahlak
devrimidir”
İngiliz filozof John Locke” devlet sınırsız yetkilerle donatılmış
bir aygıt değil, sınırlı yetkilere sahip ve amacı insanın doğal
hakları olan hayat, özgürlük ve mülkiyet haklarını
korumakla görevlidir” der.
Katolik dünyanın dar anlayışına karşın Anglikan kilisesinin
toleransı giderek Clerici/Laici ayrımını devlet, kamu yönetimine
yerleştirir.


Tarih nehrimizden çıkıp okyanusta yelken açıp yeni bir kıtaya,
Amerika’ya gidiyoruz. Avrupalı göçmenler, siyasal baskıdan
kaçmak, dinsel inanç özgürlüğü ve de 1620 /35 arasındaki
büyük ekonomik krizden dolayı Amerika kıtasında koloniler
kurdular. Buralarda İngiltere krallığının sömürgesi olarak 150 yıl
yaşadılar. Fakat giderek artan yerleşme ve ana vatandaki
siyasal özgürlüklerin etkileri ile burada da yeni yapılanmaya
neden oldu. Sonunda İngiltere ile savaşlar yapıldı ve adına
Amerikan devrimi denen 1776 tarihli İnsan hakları
beyannamesi ile tarihsel bir sıçrama yapıldı..
Amerikan devriminde sömürgeciliğe karşı özgürlük talebi esas
olsa da ,gibi asıl kopmaya neden olan Amerikan toplumunu
ilgilendiren kararlarda kanunların meşrutiyetinin tartışmalı
olmasıdır
Amerikan devrimi “Özgürlük tema” sın dan gelen bir
aydınlanma sürecidir. Din konusunda İngiltere gibi, din
kurumunu yıkmak girişimi yerine, oluşturulan çizgiler
çerçevesinde din ve devletin seküler bir ortamda yaşaması
sağlanmıştır. Alexander Hamilton, Thomas Jefferson,
Benjamin Franklin, John Jay’in yazılarında ki geleneklere ve
deneyimlere dayanan ,tedrici bir gelişmenin esas alınması
Amerikan devrimine yol göstermiştir..
Gerek İngiliz Şanlı devrimi (1688)gerekse Amerikan devrimi
(1776) yakın bir toplumun zaten kaynamakta olan kazanına bol
bol yanıcı malzeme taşımıştır.
Fransız devrimi hem bu iki devrimin yaşadıklarından
örnekler almış, yorumlamış ve kendi aydınlarının yorumları
ile farklı bir kanalla tarih yazmıştır.


Sayın okuyucu okyanustan Seine nehrine girip uzaklarda
devrim sıcaklığının gökyüzünü aydınlattığı Paris’e yaklaşıyoruz.
Anglikan kültüründen sonra katı Katolik Fransa ortamındayız.
17 yy İngiltere’si yeni siyasal yapılanmalarla kıta Avrupa’sının
başat ülkesi Fransa’yı etkilemektedir. Güneş kral, devlet benim
diyen 16.Lui’nin mutlakıyetinde özgürlüklerde kısıtlı, ağır kilise
ve devlet baskısı altında ama askeri güçte hem kıta hem de
sömürgelerde mesafe almakta, ülke potansiyel ekonomik
kazançlar elde etmekte, Fransız toplumu çok yönlü gelişim
göstermektedir.
Bunlardan en önemlisi ki Fransız kültür gelişimini
etkileyecek olan Kardinal Richelieu’nün 1635 yılında
Fransız Akademisini kurmasıdır. Kardinal toplantılarına
katıldığı 9 yazara bir akademi kurma izni vererek Fransızcayı
geliştirme çabalarına başlangıç yapmıştır.Burada asıl amaç Milli
dili geliştirmek ve yazına destek olmaktır. Biz Türkler bunu
ancak Atatürk’ün dehası ile Cumhuriyetle beraber 1932 de
TDK kurarak Türkçeyi milli dil yapabildik.
Bu ortam Montesquıeu, Voltaire, Jean Jacques Rousseau,
Diderot gibi medeniyet ve haklar tarihine adını yazdıran
düşünürleri tarihe hediye etmiştir. Bu düşünürler ve adı burada
geçmeyenler 17 ve 18 yy da yaşayarak 1789 Fransız
Devriminin fikir babaları ve düşün kaynağı olmuşlardır. Hatta
Rus ekim devrimi ve Türk devrimine de esin kaynağı bu
devrimin sunduğu ürünlerdir.

Kayığımızı bağladık ve Paris kafelerinde kulak misafiriyiz. Bir
adam konuşuyor, sorduk Montesquieu dediler. Kayıt aldım,
diyor ki, Fransa Monarşi ile yönetilmemelidir. İktidarın
yetkileri monarşide olduğu gibi tek bir elden yönetilmek
yerine yasama,yürütme ve yargı organları arasında
bölünmelidir.Bantı kapatıp 2024 yılını düşünüp ağlamaklı
olduk.


Çok etkilendik ve yürümeye devam edip kalabalık bir kafede
konuşan kim dedik, Voltaire’ miş adı !! Ülkenin yönetim
anlayışına ve kiliseye şiddetle saldırıyor ve çok kapsamlı ve de
vurucu bir cümle kuruyor, yönetimlerin insan haklarına,
bireysel tercihlere, farklılıklara saygı duyması ve bunları
koruması gerektiğini söylüyor ve müthiş alkış alıyor. Bantı
kapattım yine 2024 e gelip bu konularda nasıl hala aramızda bu
hakları benimsemeyenler olduğunu düşünüp utandım.
Dostlarla bir iki sokak yürüyüp sesleri takip edip alkışlara
yöneldik, biraz da heyecandan damağımız kurudu birer kadeh
şarap söyledik (hakkımız değil mi !!).Ayakta alkışlanan Jean
Jacques Rousseau imiş hani okulda “ Toplum Sözleşmesi
diye bildiğimiz eserin yazarı filozof. Niye alkış aldı dedik
anlattılar. “Yurttaş ortak benliği, halkı, devleti yaratan bir
Toplum Sözleşmesinin tarafıdır ve buna dahil olmalıdır.
Halk olmanın temelinde, halkın egemenliğinin olması
gerekir. Yasaların olmadığı yerde devlet yoktur. ”Sevgili
Atatürk boşuna “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir “
dememiş!!

Ve yolumuza devam edip bir matbaanın önünden geçtik yoğun
bir çalışma ve yüklenen eserler var. Nedir diye sorduk, üstat
Diderot ve D’Alembert’in hazırladığı Ansiklopedi’nin basım
ve dağıtımı yapılıyor dediler. Sohbetimizde çok ilginç bir tarihsel
ve hep arka planda kalan hatta İngiliz ve Amerikan
devrimlerinde adı geçmeyen BURJUVA figürü ile karşılaştık. Bu
Ansiklopedi ile ideolojik bir cephe oluşturarak, düzende
savunulan değerlere özellikle kilise ve dine karşı gedikler açan
bir mücadele başlamıştır. Burjuva, bu eser aracılığı ile üretici
güçleri programına almayı düşünerek üretim tekniklerini esere
işlettirmiştir. Diderot ve burjuva çevreleri dönemin ilerici
güçleri olarak meşruti demokrasiyi, güçlerin ayrılığını ve de
Laikliği savunmuştur.

Evet biraz daha zaman gerekti ve ortam olgunlaştı, İngiliz ve
Amerikan devrimlerine gözünü kapatan 16.Lui ve aristokratlar
ve de kilise erki siyasi basıncı arttırdılar. Aydın ve muhaliflere
karşılık acımasız bir baskı uygulamaları sonucu 14 temmuz
1789 de devrim yapılarak Bastille hapishanesi boşaltıldı.
İhtilal ,dünya tarihinde bir ilk olarak güçlenmiş Burjuva’nın
öncülüğünde toplumsal tepki organize edilerek gerek
saray ve aristokrasi gerekse kilise yönetimine karşı yapıldı.
Fransız devriminin etkilendiği İngiliz ve Amerikan
devrimlerinden farkı, kendi aydınlarının ve toplumsal yapısının
özgürlük teması yanında iki eş değeri de bayrak yapması idi.
Bunlar Eşitlik ve Kardeşliktir. Bu iki tema bundan sonraki
dünya tarihinde baskı altındaki toplumlar için bir reçete gibi
olacak bir “evrensel devrimin özüdür”.
Fransız devrimi gerek Voltaire gerekse Jean Jacques
Rousseau‘nun seküler, cumhuriyetçi eşitlik anlayışı ile kesin bir
model oluşturması, Robespierre ve Jakobenlerin ihtilali genel
irade, toplum sözleşmesi ve sivil din yaklaşımı üzerine inşa
etmelerine yol açtı. Diğer iki devrime göre Fransız devrimi çok
kanlı ve uzun sürmüştür. Tahminen saray erkanı, aristokratlar,
din adamları ve muhtelif halk kesimlerinden 170 bin kişi ölmüş
ve özellikle Fransız milli meclisi tarihte ilk defa aristokrasiyi ve
kiliseyi yönetimden uzaklaştırarak cumhuriyeti kurmuşlardır.
Katı bir Laiklik anlayışı ihtilalin temel prensiplerinden
olmuştur.

Fransa’nın Katolik ortamında gelişen Laiklik çekişmeleri en son
1905 yılında Sekülarizasyon yasası ile din ve devlet işleri
ayrılarak bitirildi.
Atatürk’ümüz Türkiye Cumhuriyetini kurarken sizlere yukarda
saydığım aydınların dünyasından, toplumların ağır travmalarla
yeni ve ileri düzenler kurmasının süreçlerini çok iyi
gözlemleyerek ve bir toplumun yaşamının iyileşerek ilerlemesini
üç kritere bağlamıştır kanısındayım.
Milli devlet olmak, egemenliğin kayıtsız şartsız halkta
olması ve yaşam gurusu olarak dinin değil Laikliğin esas
alınması.

Atatürk devrimlerinde Laiklik teması 1937 de kanunlaşarak
Anayasa hukukumuzda yer alarak toplumsal yaşamımızın
güvencesi olmuştur.
Günümüzde Laiklik kavramını olgunlaştıran Henri Pena Ruiz
adında bir Fransız Filozoftur. Halen yaşamaktadır.
Şöyle der “Laiklik, kanunların eşit davranma ilkesi ile
inanışlar ve kültürler arasındaki farklılıklara beraber yaşam
sürdürebilme olanağı verir.” Özellikle kadınlar için Laiklik
temel bir güvencedir. Bay Ruiz bu nedenle Tanrı ve Marianne
adlı bir kitap yazmıştır.


Sözlerimi Alman filozof ve düşün dünyasına yön veren
İmmanuel Kant üstatla bitirmek isterim
“Aydınlanma,kişinin, kendi suçu ile düşmüş olduğu bir
ergin olmama durumundan kurtulmasıdır . Bu ergin
olmayış durumu ise kendi aklını bir başkasının
kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu
ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür. Bunun
nedeni de aklın kendisinde değil fakat aklını başkasının
kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak karalılığını ve
yürekliliğini gösteremeyişinde aramalıdır.”
Aklını kendin kullanma cesaretini göster.
Aziz okuyucu, uzun bir nehir yolculuğu yaptık, insanı ve
yaşadıklarını anlatmaya çalıştık. Umarım günümüz Türkiye’si bu
ağır tabloları bize yaşatmayan Atatürk çizgisi ile “muasır
medeniyetler yolunda mesafe alır

Sevgi ile kalın.


M Cenap Murtezaoğlu

26.07.2024

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.